17 Kasım 2015 Salı

İslam Düşünce Hürriyetini Savunur

Fikir, düşünce ve yaşam özgürlüğünü açıkça sağlayan ve güvence altına alan bir din olan İslam, insanlar arasında gerginliği, anlaşmazlığı, birbirlerinin hakkında olumsuz konuşmayı ve hatta olumsuz düşünceyi (zan) dahi engelleyen ve yasaklayan emirler getirmiştir. İslam terör ve şiddet eylemlerine kesinlikle karşı olduğu gibi, insanların üzerinde fikri olarak dahi en ufak bir baskı kurulmasını yasaklamıştır.
"Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır." (Bakara Suresi, 256)
"Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin." (Gaşiye Suresi, 21-22)
din adamı, imamdin adamı, papazdin adamı, haham
Müslümanlar karşılarındaki insanın inancı ne olursa olsun, hoşgörülü olmakla, affetmekle, adil ve insancıl davranmakla yükümlüdürler.
İnsanların bir dine inanmaya veya o dinin ibadetlerini uygulamaya zorlanması, İslam'ın özüne ve ruhuna aykıdır. Çünkü İslam'da samimi iman, özgür irade ve vicdani bir kabul ile mümkündür. Elbette Müslümanlar birbirlerini Kuran'da anlatılan ahlaki vasıfların uygulanması için uyarabilir, teşvik edebilirler. Kuran ahlakının, en güzel sözle insanlara anlatılması, tüm iman edenlerin üzerine yükletilen bir sorumluluktur. İman edenler "... Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır..." (Nahl Suresi, 125) ayeti doğrultusunda dinin güzelliklerini anlatır, ancak "Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (bir yükümlülük) değildir. Ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir." (Nahl Suresi, 125) ayetinin de bilincinde davranırlar. Asla zorlama yapmaz, insanlar üzerinde maddi ya da manevi baskı uygulamazlar. Ya da dünyevi bir imtiyaz tanınarak, kişiyi dini uygulamaya yönlendirmezler. Tebliğlerine karşılık olumsuz bir cevap aldıklarında Müslümanların verdikleri cevap "Sizin dininiz size, benim dinim bana." (Kafirun Suresi, 6) şeklindedir.
İçinde yaşadığımız dünyada Hristiyan, Yahudi, Budist, Hindu, ateist, deist, putperest gibi çok farklı inançlara sahip insan toplulukları bulunmaktadır. İşte böyle bir dünyada yaşayan Müslümanlar, karşılarındaki insanın inancı ne olursa olsun hoşgörülü olmakla, affetmekle, adil ve insancıl davranmakla yükümlüdürler. İman edenlere yükletilen sorumluluk Allah'ın dinine güzellikle, barışla ve hoşgörüyle davet etmektir. Bu doğruları uygulayıp uygulamama, iman edip etmeme kararı karşı tarafa aittir. Bir kişiyi iman etmeye zorlamak, bazı şeyleri zorla kabul ettirmeye çalışmak Kuran ahlakına aykırı bir tavırdır. Nitekim Allah Kuran'da iman edenlere şu hatırlatmada bulunmuştur:
İsabella, Ferdinand
Din değiştirmeyi kabul etmeyen Yahudiler 1492'de İspanya'dan sürülmüş ve bu vahşet üstte resimleri görülen İzabella ve Ferdinand tarafından yürütülmüştü. Yahudileri kabul eden ülke ise hoşgörülü ve adaletli yönetimi ile tanınan Osmanlı İmparatorluğu olmuştu.








Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü'min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın? (Yunus Suresi, 99)
Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver. (Kaf Suresi, 45)
İnsanların ibadet yapmaya zorlandıkları bir toplum modeli İslam'a tamamen aykırıdır. Çünkü inanç ve ibadet, sadece Allah'a yönelik ve kişinin kendi seçimiyle olmalıdır. Eğer bir sistem insanları inanca ve ibadete zorlayacak olursa, bu durumda insanlar o sistemden korktukları için dindar olurlar. Din açısından makbul olan ise, vicdanların tamamen serbest bırakıldığı bir ortamda Allah rızası için dinin yaşanmasıdır.
İslam tarihi tüm dinlere saygı gösteren ve düşünce özgürlüğünü kendi eliyle tesis eden Müslüman yöneticilerin hoşgörülü uygulamalarıyla doludur. Örneğin Hindistan hükümeti hizmetinde çalışan bir İngiliz misyoneri Thomas Arnold İslam'ın özgürlükçü özelliğini şu şekilde tarif eder:
... Ne gayrimüslimleri düzensiz bir şekil altında Müslüman olmaya zorlamak teşebbüslerine dair, ne de Hristiyanlığı ortadan kaldırmak için mezalim yapıldığı hakkında, hiçbir şey işitilmemiştir. Eğer halifeler bu iki şık ihtidadan birisinin takibine izin vermiş olsalardı, Ferdinand ve İzabella'nın İspanya'dan İslamiyet'i söküp attıkları ve 14. Louis'nin Fransa'da protestanlığı bir cinayet nedeni saydırdığı ve Yahudilerin 350 yıl süreyle İngiltere içine sokulmadıkları kadar bir kolaylıkla da Hristiyanlığı ülkelerinden söküp atabilirlerdi. Asya'daki Doğu Kilisesi, Hristiyanlık dünyasının diğer bütün bölgeleri ile müşterek dini faaliyetten yüz çevirmiş bulunduğundan, kendisini dinsiz topluluklardan sayan Hristiyan dünyasının adı geçen kısımlarına yardım için hiçbir teşebbüs de yapılamazdı. Böylece günümüze kadar Doğu kiliselerinin fiilen varlıklarını sürdürmeleri, Muhammed (sav)'i takip eden yönetimlerin Hristiyanlar karşısında müsamahalı bir idare tarzı gösterdiklerinin kuvvetli delillerindendir.1

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder