17 Kasım 2015 Salı

İslam Tarihindeki Merhamet, Hoşgörü ve İnsancıllık

Buraya kadar anlattığımız gerçekleri özetlersek, İslam'ın "siyaset doktrini"nin (yani siyasi konulardaki İslami hüküm ve prensiplerin) son derece ılımlı ve barışçı olduğunu söyleyebiliriz. Bu gerçek Müslüman olmayan pek çok tarihçi veya teolog tarafından da kabul edilmektedir. Bunlardan biri, eski bir rahibe ve Ortadoğu tarihi konusunda ünlü bir uzman olan İngiliz tarihçi Karen Armstrong'dur. Armstrong, üç büyük İlahi dinin tarihini incelediği Holy War (Kutsal Savaş) adlı eserinde bu konuda şu yorumları yapmaktadır:
İslam kelimesi Arapça'da barış kelimesiyle aynı kökten gelir ve Kuran, savaşı, Tanrı'nın rızasına aykırı gelen anormal bir durum olarak lanetler... İslam karşı tarafı yok etmeye yönelik veya saldırgan bir savaşı onaylamamaktadır... İslam savaşın kaçınılmaz olduğunu kabul etmekte ve bazı durumlarda zulüm ve acıyı durdurmak için olumlu bir görev olarak görmektedir. (Ama) Kuran savaşın sınırlı olması gerektiğini ve olabildiğince insancıl bir şekilde yürütülmesini öğretir. Hz. Muhammed sadece Mekkelilerle değil, aynı zamanda bölgedeki Yahudi kabileleriyle ve Yahudilerle işbirliği yaparak kendisine karşı bir saldırı planlayan Suriye'deki Hristiyan kabileleriyle mücadele etmek zorunda kalmıştır. Ama bu yine de onun "Kitap Ehli"ni (Hristiyan ve Yahudileri) lanetlemesi gibi bir sonuç doğurmamıştır. Onun Müslümanları kendilerini savunmak durumunda kalmışlar, ama düşmanlarının dinine karşı kutsal bir savaşa girişmemişlerdir. Hz. Muhammed azad ettiği kölesi Zeyd'i bir Müslüman ordusunun kumandanı olarak Hristiyanlara karşı savaşa gönderdiğinde, onlara Tanrı yolunda cesurca ama insancıl şekilde savaşmalarını emretmiştir. Rahipleri, keşişleri veya rahibeleri taciz etmemeli veya savaşmayan güçsüz insanları hedef almamalıdırlar. Sivillere yönelik hiçbir katliam gerçekleştirilmemeli, tek bir ağaç bile kesilmemeli, hiçbir şey yıkılmamalıdır...4

Peygamberimiz (sav)'den sonra gelen halifeler de fethedilen ülkelerde hem oranın yerli halkının, hem de yeni gelenlerin barış ve güven içerisinde yaşamasını sağlamışlardır. İlk halife Hz. Ebubekir, Suriye seferine çıkışı sırasında bir talimat vermiştir. Ele geçirilecek olan yerlerde uygulanmasını istediği merhametli ve hoşgörülü tavırlar, Kuran ahlakının güzel bir örneğini teşkil etmektedir. Hz. Ebubekir'in talimatları şöyledir:
Ey insanlar, kalpten uyacağınız on kural veriyorum: ihanet etmeyin ve hak yoldan ayrılmayın. Çocuğu, kadını ve yaşlı insanları katletmeyin. Hurma ağaçlarını yakıp yok etmeyin ve herhangi bir meyveli ağacı da kesmeyin. Develerden, sürülerden ya da yığnlardan herhangi birini katletmeyin... Hayatını uhrevi uğraşlara adamış kişilerle karşılaşacaksınız, onları münzevi hallerine bırakın. Çeşit çeşit yiyecekler sunan insanlarla karşılaşacaksınız, yiyin, fakat Allah'ın adını anmayı unutmayın.5
Hz. Ebubekir'den sonra hilafet makamını devralan ve hoşgörüsü, merhameti ve adaleti ile ünlü olan Hz. Ömer ise, ele geçirilen ülkelerin yerli halkıyla birer adalet ve hoşgörü örneği olan çeşitli anlaşmalar yaptı. Örneğin Hz. Ömer, Kudüs ve Lüdd Hristiyanlarına verdiği emannamede (güvenlik belgesinde), kiliselerinin yıkılmayacağı ve kiliselerde Müslümanların toplu olarak ibadet etmemeleri hususlarında garantiler sundu. Lahm Hristiyanlarına sunulan şartlarda aynıydı. Medain'in fethiyle Nasturi Patriği II. Işûayheb'e (650-660) verilen emanname de yine aynı şekilde kiliselerinin yıkılmayacağı, hiçbir binanın camiye ya da eve dönüştürülmeyeceğine dair garantiler içeriyordu. 6 Ve Hz. Ömer bu anlaşmaların hepsine sadık kaldı. III. Nasturi Patriği'nin fetihlerin ardından arkadaşına yazdığı bir mektup, Müslüman yöneticilerin, Kitap Ehline karşı merhametini ve hoşgörüsünü bir Hristiyanın ağzından anlatması bakımından güzel bir örnektir:

Allah'ın iradeyi kendilerine verdiği şu Araplar… bizlere hiç zulmetmediler. Gerçekten onlar, dinimize, din görevlilerimize, kilise ve manasturlarumuza hürmet gösterdiler…7
Hz. Ömer'in verdiği bir himaye belgesi, bize bir müminin Kuran'da tarif edilen ahlakı gösterdiği takdirde nasıl bir hoşgörüye sahip olabileceğini göstermektedir:
Bu verilen eman, hasta-sağlıklı, iyi-kötü yöre halkının tüm fertleri için din, can, mal, kilise ve havralarının himayesi içindir. Kiliseler tahrip edilmeyeceği gibi mesken de edilmeyecek ve onlardan hiçbir şey eksiltilmeyecektir. Halktan hiç kimse, zerre kadar zarar görmeyecektir. Bu kitapta yazılı hususlar, Allah ve Resulu'nun ahdi, halifelerin ve müminlerin zimmetindedir.8
Tüm bu örnekler, Allah'ın Kuran'da müminlere emrettiği adaletin birer uygulamasıdır. Bir ayette Allah şöyle buyurmaktadır:
Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir. (Nisa Suresi, 58 )

Anglikan Kilisesi misyoner liderlerinden Canon Taylor ise, İslam ahlakının getirdiği güzellikleri bir tebliğinde şu şekilde dile getirmektedir:
... Adil ve rahim olan Cenab-ı Hakk'ın iradesine teslim olmayı, nefsin mesuliyetini, kıyamet ve hesap günü ile dalalette kalmanın şiddetle cezalandırılacağını bildirdi. Namaz kılmak, oruç tutmak ve hayır işlemek gibi vazifeler tayin etti. Gerçek ve içten olmayan yapmacık faziletleri, din adına yapılan hile ve hafiflikleri, çeşitli yollara tevil edilebilen ahlaki duyguları ve akaid üzerine tartışma yapanların birbirini tutmaya sözlerini bir tarafa attı. Esirlere hürriyet ümidi, insanlığa kardeşlik duyguları aşıladı ve insan tabiatının esas hakikatlerini tasdik etmiş oldu.9
Radikalizm, terör
Müslümanların hakimiyetindeki Kudüs topraklarında barışın, huzurun ve hoşgörünün yerini bugün savaş ve çatışmalar aldı.
Müslümanların fethettikleri ülkelerde zorla İslam'ı kabul ettirdikleri şeklindeki yanlış inanç Batılı araştırmacılar tarafından da reddedilmiş, Müslümanların adil ve hoşgörülü tutumları herkes tarafından teyid edilmiştir. Batılı bir araştırmacı L. Browne bu durumu şu şekilde ifade etmektedir:
Doğruluğundan kuşku duyulmayan gerçekler, Müslümanların gittikleri yerde halkı kılıç zoru ile İslam'a soktukları yolundaki Hristiyan kaynaklı iddiaların kökten asılsız olduğunu belgelemektedir… Fetihlerin arkasındaki dinamik etken, onların halkları çağırdıkları İslam kardeşliği idi... İşte bu kardeşliğin çapı da, İslam'ı kabul edenler ile çığ gibi büyüyordu.10
kan dökmek, cinayt
İspanya'daki son Müslüman yönetim 1492 yılında yıkıldı ve bölge Kral Ferdinand ile Kraliçe İsabella tarafından teslim alındı. Yukarıdaki tabloda şehrin teslim alınışı tasvir edilmektedir.
Tarih boyunca geniş topraklara hükmetmiş olan tüm Müslüman yöneticiler diğer dinlerin mensuplarına karfşı son derece hoşgörülü ve saygılı davranmaya devam etmişlerdir. İslam devletlerinde hem Yahudiler hem de Hristiyanlar son derece güvenli ve özgür bir yaşam sürmüşlerdir.
Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları döneminde de İslam'ın adalet ve hoşgörüsü sürmüştür. İngiliz araştırmacı Sir Thomas Arnold, The Preaching of Islam adlı kitabında Hristiyanların, Selçukluların bu tutumlarından dolayı, nasıl onların idaresi altına girmek istediklerini şöyle anlatır:
"İslam idaresi altında dini hayatın emniyette olduğu hakkındaki bu hisler, yine o devirlerde Küçükasya (Anadolu) Hristiyanlarının, Selçuk Türklerini bir kurtarıcı sıfatı ile karşılamalarına vesile olmuştu... Hatta VIII. Mihail (1261-1282) devrinde, Küçükasya içerisindeki ufak kasabaların halkı, Bizans İmparatorluğunun istibdadından kurtulmak ümidi ile Türkleri kasabalarının işgali için davet etmişlerdi. Hatta bu halk arasında zengin veya fakir birçok kimseler, o zamanki Türk Milli sınırları içerisinde göç etmeyi bile göze almışlardır."11
Müslüman Selçuklu İmparatorluğu'nun en parlak devrinde yönetimde olan Melikşah, ele geçirdiği topraklardaki halka karşı büyük bir hoşgörü ve merhametle yaklaşmış, bunun neticesinde de fethettiği ülkelerin halkları tarafından büyük bir sevgi ve saygıyla anılmıştır. Tüm tarafsız tarihçiler Melikşah'ın adaletini ve hoşgörülü tavrını içtenlikle dile getirmektedirler. Onun hoşgörüsü, Kitap Ehlinin kalbinde de kendisine karşı bir sevgi oluşturmuştur. Hatta bu nedenle tarihte eşine az rastlanır şekilde, birçok şehir, kendi isteğiyle Melikşah'ın idaresi altna girmeyi kabul etmiştir. Sir Thomas Arnold'ın yine aynı kitabında yer alan, II. Haçlı seferine VII. Louis'in özel katibi olarak katılan St. Denis Manastırı mensubu Odo de Diogilo adlı rahibin anılarında, Müslümanların hangi din mensubu olursa olsun herkese karşı nasıl adaletli davrandıkları tüm açıklığıyla anlatılmaktadır:
"Eğer Müslüman Türklerin kalplerine, o sefaleti ve felaketi görerek, bir acıma duygusu gelmemiş olsaydı, geri kalan Haçlı kafilesinin durumu çok feci olurdu. Türkler, bu biçarelerin yaralılarına baktılar, fakirlerini cömertlikle beslediler ve sıkıntıdan kurtardılar. Hatta bazı Müslümanlar, Rumların tehdit ve hile ile hacılardan koparmış oldukları Fransız paralarını satın alarak ihtiyacı olan hacılara verdiler. Aynı dinden olmayanların bu koruyucu muameleleri ile dindaşları olan ve kendilerini ağır işlerde kullanan, döven, dolandıran Rumların hareketleri, Haçlı hacıları arasında, öyle bir karşıaştırma vesilesi oldu ki, bunlardan pek çoğu kendi istekleri ile kendilerini kurtaran Müslümanların dinini kabul ettiler."12
kan dökmek, cinayt
Dindar bir insan olan Sultan II. Beyazid, gemilerle Osmanlı topraklarına gelen Yahudileri ülkenin çeşitli yerlerine yerleştirdi ve dinlerini özgürce yaşayabilmeleri için her türlü imkanı onlara sağladı.
Tarihçiler tarafından yazılan bu satırlar İslam ahlakına sahip olan Müslüman yöneticilerin her zaman için hoşgörüyle, merhametle ve adaletle hükmettiklerini ortaya koymaktadır. Asırlar boyunca 3 kıtaya nizam veren Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihi de aynı şekilde hoşgörü örnekleriyle doludur.
İspanya ve Portekiz'deki Katolik devletler tarafından katliama ve sürgüne maruz bırakılan Yahudilerin Sultan II. Beyazid döneminde Osmanlı topraklarına yerleşmeleri İslam ahlakının getirdiği hoşgörünün çok güzel bir örneğidir. O dönemde İspanya topraklarının büyük bölümüne hakim olan Katolik krallar, daha önceden Müslüman Endülüs yönetimi altında huzur içinde yaşayan Yahudilere büyük basklar uygulamışlardır. Endülüs'te, Müslüman, Hristiyan ve Yahudiler birarada barış içinde yaşayabilirken, Katolik krallar tüm ülkeyi zorla Hristiyanlaştırma çabasına girmiş, bu amaçla Yahudilere baskı uygularken Müslümanlara karşı savaş açmışlardır. Sonuçta 1492 yılında hem İspanya'nın güneyindeki Granada bölgesine sıkışan son Müslüman yönetim yıkılmış ve Müslümanlara karşı korkunç bir katliam uygulanmış, hem de din değiştirmeyi kabul etmeyen Yahudiler ülkeden sürülmüşlerdir.
İşte yurtsuz kalan bu Yahudilerin bir kısmı Osmanl'ya sığındı ve Devlet-i Ali bu talebi kabul etti.
Kemal Reis komutasındaki Osmanlı donanması, ülkeden sürülen Yahudileri ve katliamdan kurtulabilen Müslümanları, gemilerle taşlıyarak Osmanlı ülkesine getirdi.
Son derece dindar bir mümin olarak tarihe geçmiş olan Sultan II. Beyazid, 1492 senesi ilk baharında İspanya'dan çıkarılan bu mazlum Yahudileri, Osmanlı ülkesinin belirli yerlerine ve özellikle de şu anda Yunanistan'da bulunan Selanik, Edirne, Eğriboz 'a bağlı Livâdiye ve Tırhala çevresine yerleştirdi. Ülkemizde bugün yaşamakta olan 25.000 kadar Türkiye Yahudisinin büyük çoğunluğu, söz konusu İspanyol Yahudilerinin torunlarudur. 500 yul önce beraberlerinde getirdikleri din ve geleneklerini, Türkiye'nin koşullaruna uydurmuşlardur ve kendi okullaru, hastaneleri, huzurevleri, kültür kurumlaru ve gazeteleri ile rahat bir yaşam sürdürmektedirler. Aralarunda tüccar ve işadamlaru olduğu gibi, mühendis, mimar gibi teknik konulardan reklamcılığa kadar çeşitli mesleklere sahip olanları, bunların yanı sıra bilim adamları ve sanatçılardan oluşan ve gittikçe gelişen entellektüel bir çevreleri vardır. Avrupa'nın pek çok ülkesindeki Yahudi cemaatleri asırlardır antisemit ırkçı saldırıların endişesi ile yaşarken, ülkemizdeki Yahudi cemaati huzur içindedir. Yalnızca bu örnek dahi İslam'ın getirdiği hoşgörülü, adaletli anlayışın tespit edilebilmesi için yeterlidir.
kan dökmek, cinayt
Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethi, uzun yıllar boyunca Bizans ve Latin devletlerinin zulmüne maruz kalan gayrimüslim halk için özgürce yaşam anlamına geliyordu.
Sultan II. Beyazid'da gördüğümüz şefkat ve hoşgörü, tüm Osmanlı padişahları için de geçerlidir. Fatih Sultan Mehmed İstanbul'u fethettiğinde, kentte hem Hristiyanlara hem de Yahudilere özgürce yaşam hakkı tanımıştır. Müslümanları n hoşgörülü ve adaletli uygulamaları konusunda, İslam dünyası hakkında yazdığı değerli eserleriyle tanınan Andre Miquel bir eserinde şöyle demektedir:
Hristiyan halklar, Bizans ve Latin devletleri zamanında bulamadıkları çok iyi yönetilen bir idare altındaydılar. Asla sistemli bir zulüm görmediler. Tam aksine imparatorluk, İstanbul başta olmak üzere, işkence gören İspanyol Yahudileri'ne bir sığınak olmuştu. Hiçbir yerde zorla İslamlaştırma olmamıştır.13
Osmanlı öncesindeki İslam devletlerinde de gayrimüslim büyük haklar tanınmıştır. Georgetown Üniversitesi'nde din ve uluslararası ilişkiler profesörü olan John L. Esposito, tarihte Müslüman devletlerin idaresine geçen Yahudi ve Hristiyanların büyük bir toleransla karşılaştıklarını şöyle anlatmaktadır:
Bizans ve Pers topraklarında yaşayan ve zaten yabancı idareciler tarafından yönetilen pek çok Müslüman olmayan toplum için, İslam idaresi bir yönetim değişlikliği anlamına geliyordu, ama bu yeni yöneticileri çoğu zaman daha esnek ve toleranslıydı. Bu toplumların çoğu artık daha fazla otonomiye sahipti ve çoğulukla daha az vergi ödüyorlardı... Dini olarak, İslam'ın, Yahudilere ve yerel Hristiyanlara daha fazla dini özgürlük tanıyan, daha toleranslı bir din olduğunu ortaya çıktı.14
Bu yorumlardan da anlaşıldığı gibi, Müslümanlar tarihte hiçbir zaman "bozguncu" olmamış, aksine gittikleri her yerde, her millet ve inançtan insana güvenlik ve huzur götürmüşlerdir. Allah'ın "Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (Nisa Suresi, 36) ayeti gereği tüm insanlara güzellikle davranmışlardır.
Kısacası, Kuran ahlakının temelini insanlar arasında dostluk, kardeşlik, huzur ve şefkat dolu davranışlar oluşturmaktadır ve İslam bu üstün özellikleriyle yeryüzünü bozgunculuktan arındırmayı hedeflemektedir. Kuran'ın hükümleri ve bunların tarihte Müslümanlar tarafından uygulanışı bu konuda hiçbir tartışmaya yer vermeyecek kadar açıktır. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Kuran'da Adalet ve Hoşgörü)





İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir...
(Enam Suresi, 82 )

Dipnotlar

2. Ramuz El Ehadis, Cilt 1, 84/8
3. Ramuz El Ehadis, Cilt 1, 76/12
4. Karen Armstrong, Holy War, MacMillian London Limited, 1988, p. 25
5. Majid Khoduri, İslam'da Savaş ve Barış, Fener Yayınları, İstanbul, 1998, s. 123 ; Taberi, Tarih I, 1850
6. Hamidullah, Mecmuatü'l-Vesaik, 195-197
7. Frend, 289; Hamidullah, İslam Peygamberi, II. 920; Levent Öztürk, Asr-ı Saadetten Haçlı Seferlerine Kadar İslam Toplumunda Hıristiyanlar, İz Yayıncılık, istanbul, 1998, s. 55
8. Yrd. Doç. Dr. Orhan Atalay, Doğu-Batı Kaynaklarında Birlikte Yaşama, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 95; Hamidullah, El-Vesaik, s. 380-381, No: 358
9. History of Latin Christianity, c. II, s. 216-217, İslam Kültür Atlası, İsmail Rai el-Faruki, Luis Lamia el-Faruki, çeviri: Mustafa Okan Kibaroğlu-Zerrin Kibaroğlu, İnkılab Yayınları, 1997, s. 222
10. L. Browne, The Prospects of Islam, s. 11-15, s. 269-270
11. Yesevizade, Sevgi Peygamberi, Hakikati Arayış Neşriyatı, Ankara, 1996, s. 272-273; Sir Thomas Arnold, The Preaching of Islam, s. 97; Finlay: 4A History of Greece, III, 358-9; J. H. Krause: "Die Byzantiner des Mitte latters", Halle, 1869, s. 276
12. Osman Turan, Türk Dünya Nizamının Milli, İslami ve İnsani Esasları, Cilt 2, s. 138
13. F. Emecen, K. Beydilli, M. İpşirli, M.A. Aydın, İ. Ortaylı, A. Özcan, B. Yediyıldız, M. Kütükoğlu, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi, İstanbul, 1994, s. 467
14. John L. Esposito, The Islamic Threat: Myth or Reality, Oxford University Press, New York, 1992, s. 39

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder